1- SPF 50 ve SPF 100 arasında aslında bir fark yoktur.
SPF 50 UVB ışınlarından %98, SPF 100 ise %99 koruma sağladığı bilgisinden yola çıkarsak teorik anlamda bu argüman doğrudur. Fakat günlük hayatta kullanıma baktığımızda bu bilginin doğruluğu tartışılır. Neden mi? Bunu açıklamam için SPF değerinin FDA kriterlerine göre nasıl belirlendiğine bakmak gerekir, FDA tarafından güneş koruyucuların SPF değerlerinin belirlenmesinde istenilen kriter cm2 ye 2 mg sürüldükten sonra test edilmesidir. Günlük kullanımda kullanıcılar, bu yoğunlukta güneş koruyucu kullanılmadığı için, teoride geçerli olan SPF değerleri günlük yaşamda daha düşük koruma düzeyine denk gelir. Pratik hayatımızda güneş kremimizi çok yoğun sürmediğimiz için ne kadar yüksek SPF kullanırsak, UV ışınlarına karşı daha iyi korunmuş oluruz.
2- Cilt kanserinden korunmak için güneş koruyucu tek başına yeterlidir.
Her ne kadar güneş koruyucular, UV ışınlarına karşı elimizdeki en önemli silah olsa da, UV ışınlarını %100 engelleme ihtimalleri yoktur. Bu nedenle güneş koruyucularına ek önemler almak gerekir, örneğin güneşten koruyucu kıyafetler, öğlen saatlerinde güneşli yerlerde gezmekten kaçınmak, güneş gözlüğü kullanmak gibi. UV ışınlarının yanında cilt kanserine neden olan diğer durumlar içinde; bağışıklık sistemini baskılayan durumlar,cilt tipi, ciltteki nevüslerin sayısı ve durumu, aile öyküsü ve genetik faktörleri sayabiliriz. Ayrıca cilt kanseri tiplerinden bazıları, hiç güneş görmeyen avuç içi, ayak tabanı, genital bölge gibi yerlerde görülebilir.
3- Koyu cilt rengi olanların güneş koruyucuya ihtiyacı yoktur.
Daha koyu renk ciltlerdeki melanin pigmenti sayısı daha fazladır, bu da UV ışınlarına karşı küçük bir miktar koruyucu olabilir. Yapılan bir bilimsel çalışmada, tüm cilt tiplerinde UV tarafından tetiklenen DNA hasarının farklı boyutlarda bile olsa mutlaka geliştiğini göstermiştir, bu demek oluyor ki koyu cilt tonuna sahip kimselerinde UV ışınlarından korunmaya ihtiyacı vardır.
4- Solaryuma girmek, cilt kanserine karşı koruyuculuk sağlar.
Solaryum yatakları, normal güneş ışınlarından daha zararlıdır, çünkü doğadakinden daha yoğun UV ışını yayarlar. Bu zararı gösteren çok sayıda bilimsel çalışma yayınlanmıştır. Solaryumlar, UVA ışınlarını daha yoğun yaymaktadır, bu ışınlar cilt yaşlanması ve bronzlaşmadan sorumludur. UVA ışınları en uzun dalga boyuna sahip ışınlar oldukları için derinin daha alt tabakalarına ulaşarak, cilt yaşlanmasını daha çok hızlandırırlar. Ayrıca solaryum yataklarının kullanımıyla melanom riskiyle ilişkilendirilmektedir. Yapılan bir çalışmada 29-59 yaş arasındaki bireylerde solaryum kullanımıyla melanom riskinde %74 oranında artma bildirilmiştir. Kısacası güvenli bronzlaşma diye bir kavramdan bahsedemeyeceğimiz için, solaryum kesinlikle önermiyoruz.
5- Güneş koruyucular günlük D vitamini sentezime engel olabilir.
Kişisel D vitamini üretimimizin %90dan fazlası UV ışınları sayesinde cildimizde gerçekleşir. Bu reaksiyon UVB ışınlarıyla gerçekleştiği için güneş koruyucu kullanımının buna engel olduğu söylenebilir. Fakat hem deneysel hem de gözlemsel çalışmalardan edindiğimiz bilgiler ışığında günlük hayatta kullandığımız miktarlarda ve sıklıkta güneş koruyucu kullanımının D vitamini sentezlerinde belirgin bir düşme yaratmadığını göstermektedir.
6- Fondotenimde güneş koruyucusu var, bu yeterli olur.
Fondoten gibi makyaj ürümlerinin içindeki SPF genelde 30 faktörden azdır. Ayrıca güneş koruyucunun SPF değeri yanında tekrar edilmesi koruyuculuğu sağlayan en önemli faktördür. Eğer gün içinde güneş koruyucusu içeren makyaj ürünlerimizi tekrar tekrar uygulayabilirsek ancak o zaman içindeki SPF’in işe yaradığından bahsedebiliriz.
7- Şemsiye altında gölgede oturmak güneş koruyucu kullanmaktan daha etkilidir.
Gölgede durmak UV ışınlarının direk temasını engellese de, yüzeylerden yansıyan ışınları engelleyemez. Bu nedenle hem güneş koruyucu kullanmak hem de şemsiye altında gölgede olmak mükemmel bir UV koruması sağlayacaktır.
8- Bütün güneş koruyucular nerdeyse aynı şekilde etki ettiği için hangisini kullandığımızın bir önemi yok.
Fiziksel ve kimyasal bariyer oluşturmasına göre güneş koruyucular ikiye ayrılır. Fiziksel koruyucular çinko oksit veya titanyum dioksit içerirken, kimyasal içerikli güneş koruyucular avobenzon, oksinoksat, oksibenzon gibi içeriklere sahiptir. Hassas cilt yapısında kimselerin, daha az irritan özellikteki çinko oksit veya titanyum dioksit içerikleri tercih etmesi gerekir.
9- Bulutlu ve kapalı günlerde güneş koruyucu kullanmama gerek yok.
Bulutlar sanıldığının aksine UV ışınlarını engellemez, Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre UV ışınlarının % 80, bulutlardan geçebilmektedir bu nedenle bulutlu günlerde dahi güneç koruyucu kullanmalıyız.
10- Bu yaşıma kadar güneş kremi kullanmamışım, bu yaştan sonra ne değişecek.
Kişinin hayat boyu UV maruziyetinin %25inin 18 yaşından önce olduğu bir çok çalışmada gösterilmiş bir bilimsel gerçektir. UV maruziyeti kaynaklı cilt kanserlerinde risk yıllar içinde maruziyetin devam etmesiyle kümületif yani birbirine eklenerek artmaktadır. Başka bir çalışmada ise 40 yaşında kadar hi. Güneş koruyucu kullanmamış ve o yaştan sonra kullanmaya başlayan kişilerde bu riskin azaltıldığı gösterilmiştir.
11- Bütün gün ofiste çalışıyorum bu nedenle güneş kremi kullanmama gerek yok.
Ofis gibi kapalı ortamlarda çalışıyor da olsak, UV ışınlarına maruz kalırız, bu ışınlar genelde pencerelerden içeriye giren UVA ışınlarıdır, zira UVB ışınları pencere camlarından filtrelenerek içeriye ulaşamaz. Ayrıca kapalı alandaki aydınlatmalar, ekranlardan yayılan mavi ve kızılötesi ışınlar da UV maruziyetine neden olur.
12- Güneş koruyucular güvenli değildir.
Temelde güneş koruyucular reçetesiz satılan ilaç sınıfında değerlendirilir. Fiziksel içeriklerden olan ve cilt tarafından emilmeyen çinko oksit ve titanyum dioksit içeriklerin tamamen zararsız olduğu gösterilmiştir ve güvenle kullanılabilir. Buna karşın PABA ve tolamin salisilat içerikleirnin güneş koruyucularında kesinlikle kullanılmaması gerekir. ‘’Avobenzone, oxybenzone, octocrylene, ecamsule, homosalate, octisalate ve octinoxate’’ kimyasal içerikli güneş koruyucularında kullanılan maddelerdir ve bugüne kadar yapılan klinik çalışmalarda cilt tarafından absorbe edilen miktarlarının kanda tehlikeli bir düzeyde olmadığına dair sonuçlar alınmıştır.
“Bu yazı içeriği bilgilendirme amaçlıdır. Konuyla ilgili daha detaylı ve doğru bilgiye ulaşmak için lütfen doktorunuza başvurunuz.”
Sevgiler;
Dr. Deniz Heppekcan